Haziran ayı geldiğinde doğa en güzel halini sergiler. Tarlalar başakla dolar, toprak bereketin kokusunu yayar.
Ancak tam da bu dönemde ülkemizin dört bir yanında bir başka “mevsim” başlar: Anız yangını mevsimi.
Her yıl aynı tabloyu yaşıyoruz. Türkiye’nin dört bir yanından tarlalarda yangın haberleri peş peşe gelmeye başladı.
Biçilen tarlaların ardından yakılan anızlar, yalnızca bir tarla değil, ormanlık alanları, yerleşim yerlerini, canlıları ve toprağın kendisini tehdit eder hale geliyor.
Toprağı temizlemek adına yakılan bu ateş, aslında toprağın canını alıyoruz.
Anız yangınları, sadece tarımsal alanlarla sınırlı kalmıyor.
Rüzgârla birlikte geniş alanlara sıçrayan alevler, ormanları, tarım makinelerini, enerji hatlarını, hatta insan hayatını büyük ölçüde tehdit ediyor. Bu yangınlar sonucu hem maddi kayıplar yaşanıyor hem de doğaya onarılması yıllar sürecek zararlar veriliyor.
Unutulmamalı ki:
Toprakta yaşayan mikroorganizmalar yanıyor.
Verimlilik düşüyor, erozyon artıyor.
Kuşlar, böcekler, kaplumbağalar gibi birçok canlı canlı yanarak yaşama veda ediyor.
Buu anızları yakmak yerine alternatif çözümler de üretilebildiğini unutmamak gerekir.
Peki neler yapılabilir?
Oysa tarla temizliği için anızı yakmak bir zorunluluk değil.
Toprak işleme makineleri, doğal gübreleme yöntemleri ve sürdürülebilir tarım uygulamalarıyla hem verim korunabilir hem doğa zarar görmemiş olur. Bu alışkanlığı bir an önce bırakmamız gerekiyor.
Tarla sahipleri, muhtarlar, köy halkı, tarım kuruluşları ve yerel yöneticiler el ele vermeli. Gerekirse bilinçlendirme toplantıları yapılmalı, çocuklara bile bu tehlike anlatılmalı. Çünkü bu ateş sadece toprağı değil, hepimizin geleceğini yakıyor.
Bir çakmak, bir kibrit, bir dikkatsizlik...
Ve binlerce hektar kül olabilir.
Bunu engellemek elimizde. Toprak ana hepimizi doyuruyor, artık onu yakarak değil, koruyarak teşekkür etmenin vakti gelmedi mi?
Bence vakti geldi ve geçiyor da…